FARKHUNDA,

Kasım 10, 2015

 

Farkhunda, 27 yaşında bir Afgan kadınıydı. Öğretmen olacaktı.

19 Mart 2015 tarihinde bir caminin önünde muska satan bir molla ile tartışmasının bedelini bir grup öfkeli erkek tarafından linç edilerek ödedi. Taşlar ve sopalarla feci şekilde dövüldü, yerlerde sürüklendi, bir çatıdan aşağı atıldı, arabayla çiğnendi ve benzinle yakılarak can verdi!

Üstelik o insansıların arasında bütün bu vahşetin her saniyesini videoya çekenler vardı, ibreti âlem için bütün dünya görsün ve korksun diye. İslam’a yönelik her eleştirinin yakıp kavurucu bir öfke ile karşılık bulacağını, buna cüret edenlerin sonunun ne olacağını herkes bilsin diye…
Yüreği yetenler Youtube’dan aynen izleyebilir.

Peki, ne yapmıştı Farkhunda?
O, bir molladan kötülükleri kovmak için muska satın alan kadınları bunlara para vermeyin, bunların İslam’da yeri yoktur diye uyarmıştı sadece. Çocuğu olmayan, hastalıklarından kurtulmak isteyen zavallı insanların kâğıt parçalarından medet ummasını doğru bulmuyordu. Bunu gidip o caminin önünde o din satıcısıyla tartışma cesaretini göstermişti Farkhunda. Bedelini canıyla ödeyeceği o karşı duruşu sergilemişti.

Kesesini doldurmak için küçük kâğıt parçalarına dua yazıp insanlara hap gibi din satan o mollanın bir kadının cüreti karşısında afallayıp “Kuran yaktı bu kadın” iftirasıyla ortalığı velveleye vereceğini ve bunun sonucunda oraya toplanan bir grup hayvansı tarafından vahşice linç edileceğini bilebilir miydi? “Ben bir Müslüman’ım ve Müslümanlar Kuran yakmaz” diye feryat etti ama dinletemedi. Vahşeti durdurmak için çevredeki polislerden yardım isteyen birkaç doğru düzgün insanın aldığı cevap ise, boş verin bu da İslam düşmanlarında ibret olsun şeklindeydi. O öldürülürken, bedeni paramparça edilirken öylece bekledi polisler.

Sonra babasını aradılar. Gel, kızın bir ‘günah’ işledi al götür dediler. Öyle ya, bir din satıcısın sahtekârlığını yüzüne vurmaktan daha büyük bir ‘günah’ olabilir miydi? Hakkında bir sürü palavra uydurdular. Akli dengesi bozuk bir kadın Kuran yaktı dediler. Oysa onun istediği hurafelerden ve din bezirgânlarından arındırılmış bir dindi ve bunu dile getirme cesaretini göstermişti, hepsi bu.

Ama umdukları gibi olmadı. Farkhunda’nın parçalanmış ve yakılmış bedeni binlerce Afgan kadınının öfke seline dönüştü. Yüzlerce yıldır süren bu erkek düzenine, alınmaya, satılmaya, tecavüze uğramaya ve aşağılanmaya karşı Farkhunda’nın ölü bedeninde hayat bulan bir öfke seline. Kadınları hayattan silen, zindanlara hapseden o molla düzenine inat Farkhunda’nın cenazesi binlerce kadının omuzlarında yol aldı. Ve o kızı yetiştiren baba istedikleri gibi kızından utanmadı, onu lanetlemedi. Ailesinin soyadını Farkhunda olarak değiştirdi!

Olayın ardından hem Afganistan’da hem de bütün dünyada tepkiler çığ gibi büyüdü. Afganistan’da açılan soruşturma neticesinde 26 kişi tutuklanırken 13 polis açığa alındı. Arkası gelir mi, gerçekten suçlu olanlar adalet önünde hesap verir mi, bilinmez. Türkiye’de ise gündemin seçim nedeniyle yoğun olmasından mıdır, yoksa artık her türlü katliama karşı bağışıklık kazanmış olmamızdan mıdır bilmem Farkhunda olayı yeterince gündeme gelmedi. Hâlbuki üç beş sahtekâr politikacının seçim zırvalarını tartışırken Farkhunda’nın katliamına verilecek anlamlı bir tepki için pekâlâ vakit bulabilirdik.

Sanıyorum artık alıştık. Bir otele sığınmış insanların diri diri yakılışını TV’den izleyerek büyümüş bir nesil değil miyiz?
Kim bilir kaçıncı izleyişimiz bu insanları vahşice katledilişini.

KARS , SELİM İLÇESİNİN MOLLAMUSTAFA KÖYÜ

Mayıs 8, 2012

  Ben CANDANDOSTLUK olarak Kars ilimizin Selim İlçesine bağlı Mollamustafa köyüne gittim. Köyü gezdiğimde gelirlerinin hayvancılık ve tarm üzerine kurulduğunu gördüm,köyde yaşam gerçekten çok zordu.Köyü ziyaretim esnasında konuştuğum bayanlar kendilerini yetiştirmiş,ileri görüşlü kişilerdi.Etrafımda dolaşan çocukların gözleri ışıl ışıldı, okulun teneffüs saati olduğundan üstlerinde önlükleri vardı, önlükleri oldukça eskimişti, yırtılan yerleri dikilmişti aileleri okula önem verdiklerinden çocuklarıyla ilgili oldukları belliydi..Her ailede genelde 5-6 çocukları vardı..Çocuklarla konuştuğumda okula gelmemi istediler, Candandostluk olarak birçok köy okulunun  ihtiyaçlarını bu sitemde yayınlamıştım, benimde görerek ihtiyaçlarını tespit edebilirim amacıyla çocuklarla birlikte MOLLAMUSTAFA İLKÖĞRETİM okuluna gittim öğretmenlerle tanıştım, onların kendilerini eğitime adadıklarını gördüm.Okulda  ihtiyaç listesini hazırladım. Bu güne kadar bu site sayesinde birçok okula yardımda bulundunuz, gerçekten ihtiyacı olan bu köyede yardımcı olacağımıza inanıyorum..

Kırtasiye malzemesi
İlköğretim 1.-5. sınıf düzeyinde hikaye kitapları(100 temel eser, masal kitapları , Boyama kitapları

önlük,10 erkek önlüğü, 20 tane de kız öğrenci önlüğü ve mümkünse bu yaşlar arasındaki öğrenciler için ayakkabı..

 

Kasten Değil, Kasttan İntihar

Şubat 23, 2011

 

RÖVEŞATA

MİNE G. KIRIKKANAT

Kasten Değil, Kasttan İntihar

Türkiye’de aynı eğitimi alıp, aynı okulda aynı dersi veren öğretmenlerin, aynı sosyal haklara sahip olmadıklarını biliyor muydunuz?

Aynı okulda, aynı öğrencileri aynı sorularla sınayıp aynı ölçütlerle not veren ve gelecekleri hakkında aynı sorumlulukları paylaşan öğretmenlerin, ayrı ayrı ücretlendirildiklerini biliyor muydunuz?

Elbette biliyordunuz. En azından duyuyordunuz: Kadrolu öğretmenler. Sözleşmeli öğretmenler. Vekil öğretmenler. Ücretli öğretmenler.

Öyle çok duydunuz ki kutsal olması gereken “öğretmen” unvanının önüne geçen, kadrolu, sözleşmeli, vekil ve ücretli çıkıntılarını, alıştınız. Türkiye’de alıştığınız tüm haksızlıklara, eşitsizliklere, sömürülere alıştığınız gibi alıştınız. Ve alıştığınız garabeti olağan görmeye başladınız.

Oysa aynı Milli Eğitim Bakanlığı’nın, aynı eğitimcilik diplomalarına sahip ve aynı okullarda, aynı dersleri veren öğretmenleri dört kategoride istihdam etmesi, düpedüz ayrımcılık. Hele üsttekilerle alttakilerin arasındaki muazzam sosyal hak ve gelir uçurumuna bakılırsa, sömürü düzeyinde utanç verici bir apartheid” düzeninden söz edilebilir. Çünkü MEB’in öğretmenlere uyguladığı kategorik ayrımcılık, Güney Afrika’da son bulan ve beyazlara siyahlardan üstün haklar tanıyan ırkçı ayrımcılıktan ne daha insancıl, ne de daha mantıklı ölçütlere dayanıyor!

Ne Uganda, ne Tanzanya, Türkiye’de Milli Eğitim Bakanlığı’nın öğretmen sınıflandırması, halen ancak Hindistan’da baş edilemeyen kast sistemiyle açıklanabilir.

Öğretmenlik yaptığı okulda üç kuruş fazla kazanabilmek için müdüre Hamal tutmayın, ben taşırım” diyerek kitapları taşırken merdivenlere yığılan ve ölen öğretmeni anımsıyor musunuz?

İşte o, MEB’in öğretmen kastlarında kaderine paryalık düştüğü için ölen ücretli öğretmendi.

Türkiye’de öğretmenlik kastları zirveden aşağı doğru, dört katlı: En üstteki 4/A’lar, 657 sayılı yasaya tabi diğer devlet memurlarıyla aynı sosyal haklara sahip kadrolu devlet memurları. Bir aşağısı 4/B’ler, sözleşmeli öğretmenler. Ücret bakımından kadrolu öğretmenlerle aynı statüde olmalarına karşın, aynı sosyal haklardan yararlanamazlar. Örneğin rapor süreleri 30 günü aştığında, iş sözleşmeleri feshedilir. Yer değiştirmeleri, bulundukları ilin dışında, neredeyse olanaksızdır.

Amasya Üniversitesi Eğitim Fakültesi mezunu Metin Kurtçu, sözleşmesi böyle feshedilen bir öğretmendir. Dört yıl Erzurum ve Yozgat’ta öğretmenlik yaptıktan sonra Mayıs 2010’da akut miyeloid lösemi teşhisi konulan Kurtçu, Ankara’da tedavi görürken raporlu gün sayısı 30’u aşınca sözleşmesi feshedilmiştir. Metin öğretmen, hasta yatağında can çekişirken, gözü yaşlı eşi ve beş aylık bebesinin rızkı için Yozgat İdare Mahkemesi’ne yürütmeyi durdurma istemli dava açmıştır. Son gücünü sesini duyurmak için harcamıştır. Ancak ne sesini duyurabilmiş, ne davanın sonucunu görebilmiş, çünkü öğretmenlik sözleşmesinin feshinden iki ay sonra ölmüştür…

MEB’in utanç tablosunda, yukardan aşağıya üçüncü kastta, vekil öğretmenler” vardır. Bunlar, askerlik, doğum vb. gibi nedenlerle çalışamayan öğretmenlerin yerine derse girerler. İlçe Milli Eğitim müdürlükleri tarafından tamamen keyfi, daha çok da hatırlı yöntemle seçilir ve ne dersi vereceklerine bakılmaksızın, 2 ya da 4 yıllık herhangi bir fakülteden mezun olmaları yeterlidir. Nedense, hemen hepsi ya düpedüz imam ya da belli bir partiye imanlılar arasından bulunur. Asil öğretmenin maaşının bir bölümünü, varsa da ek ders ücreti alırlar. Yaklaşık 1200 TL aylığa ulaşırlar.

En alt kastı, paryalığa mahkûm edilen ücretli öğretmenlerin içler acısı durumunu, bir önceki yazıda aktarmıştım: Haftalık azami 30 ders sayısını tutturanın 800 TL aylık alabildiği bir sömürü düzeni. Sigorta primleri eylül ayında ödenmeye başlıyor, 90 gün boyunca tedavi hizmeti alamıyorlar, okulların kapanmasıyla da sigortaları bitiyor. Başka bir deyişle, yılda sadece 6-7 ay sigortalılar. Asil öğretmen ataması yapılan yerde de işten çıkartılıyorlar.

Peki ücretli öğretmen daha mı az öğretir? Yoo. Kadrolu öğretmen ne öğretiyorsa onu öğretir, ancak yarısı kadar aylık alır ve hiçbir sosyal hakkı yoktur.

Ama intihar etmeye hakları var. Ve MEB’in açtığı uçurumlar, günbegün gencecik öğretmen cesetleriyle doluyor.

Bakalım nereye kadar?

‘G’ NOKTASI

Düşünün ki ömrünüzün 20 yılından fazlasını, bin bir zahmetle okumak için harcadınız. Kredi Yurtlar Kurumu’na da epeyce borçlandınız. Üniversiteyi bitirdiniz. Ancak işe girmek için önünüzde KPSS var ve bu sınavda size, alanınıza hiç girmeyen sorular da soruluyor. Çaresiz, borç harç dershaneye yazılıyorsunuz. Yarışta 300 bin öğretmen var, ancak en fazla 30 bini yerleştirilebilecek. Üstelik bir bölümü de sözleşmeli iken kadroya geçecek, yani MEB’den MEB’e geçecek! Dolayısıyla şansınız, onda bir bile değil… Özel okullar zaten deneyimli öğretmen istiyor. Sizin çektiğiniz sıkıntıları çekmeyen yaşıtlarınıza bakarken ne hissedersiniz? Hele sizin kadar eğitime emek harcamayıp sizden daha rahat, daha huzurlu yaşıyorlarsa bunalıma girmez misiniz?

Haksızlık kadar

öğretici eğitim

yoktur.

BENJAMIN DISRAELI

kirikkanat@mgkmedya.com

www.minekirikkanat.com

BİR YAZ GÜNÜ SABAHINDA

Ağustos 27, 2010
 

Ben hayallerimin engin denizlerinde

Yelken açmış koşarken

Sen uyuyordun,

İlk bahar çiçeklerini döktü

Ağaçlar yeşerdi

Ve sessizce geldi yaz

Denizin mavi suları üzerinde

Martılar uçuşurken

Aşk şarkıları söylüyordum adına

Sen uyuyordun

Seherin serin meltemiyle

Penceremin beyaz perdeleri

Oynadı yerinden

Deniz yüzeye vuruyordu

Işıklarla oynaşırken

Yakamozlar oluştu

Sen uyuyordun

Sessizce gelen

Bir yaz günü sabahında !!!

                                                Rıza Usta..

 

2010 KPSS Soygunu | sorular ve cevapları el altından dağıtıldı

Ağustos 17, 2010

Selam. Geçen günlerde KPSS 2010 sonuçları açıklandı. Yığınlar girdi bu sınava. Bir çok üniversiteyi yeni bitirmiş genç ya da çok daha önceden bitirip çoluk çocuk sahibi insanlar en azından bir memur olayım düşüncesiyle bu sınava girdi. Çalışmalarının emeğinin karşılığını almaya çalıştı bir şekilde. Ama alabildi mi peki?

KPSS deyince daha çok akla atanamayan öğretmenler geliyor genelde. Çok çalışıyorlar bir öğretmen olayım diye. Ama işte bazıları sen çalışırken canını dişine takarken soruları ki sadece sorular değil cevaplarıyla birlikte el altından bazı gruplara mensup kim mi bunlar cemaat dershaneleri aracılığıyla kendilerine yakın öğrencilere sunuyor, dağıyor.


Onun bunun hakkını yemekten çekinmiyor hiç pişkin bir şekilde. Daha önceki sınavlarda da çoook kez duyum alınırdı böyle ama hiç bu kadar açıktan bir KPSS SOYGUNU olmamıştı heralde. Hem salaklar hem hırsızlar bunlar. Mübarek ramazan ayındayız şu an acaba tuttukları oruçtan ne hayır gelir senin kıldığın namazdan ne hayır gelir. Kul hakkı yedikten sonra. Bu zihniyetin insanlıktan nasibini aldığını düşünmüyorum. Ve bu zihniyet ne yazık ki hala başımızda!!

Evet KPSS 2010 Eğitim Bilimleri alanında bildiğiniz büyük bir kopya skandalı var. Artk bu kesin. Ama KARTEL MEDYA bunu görmezden gelmeye devam ediyor. Neyi gördüler ki zaten. Ancak fotoğraf galerisi yayınlarlar veya kucaklarına otorudkları abileri ne derse onu!! Bir çok serzeniş ve iddaa dolaşıyor etrafta. Ben bizzat 5 tanesine filan baktım eski sonuçlar ve yeni sonuçlarına elime geçen kimliklerden. Sonuçlar o kadar komik ki anlatamam. Daha önceki sınavlarda 50 net yapamayan adam bu sınavda tam 120 soruyuda doğru cevaplamış, ki aldığım bilgiye göre zor bir sınavmış bu Eğitim Bilimleri bu sene. Ona rağmen.

Daha önceki senelerde bırakın 1*2kişinin Eğitim Bilimleri alanında full çekmesi yanına yaklaşan yok. Sene oluyor 2010 ve 500’den fazla kişi öyle 1-2 kişi değil eğitim bilimlerinnde full çekiyor!!!! Ve bu çekenlerin hepsi belli bir cemaate yakın isimler ve belli bölgeden. Ve daha önceki sınav sonuçları tam bir rezalet. 60 neti bile yok! Allahından bulsunlar ne diyeyim. Başımızdaki siyasi otoritenin ürünleri bunlar, onları zihniyeti bu, kul hakkı yemek yetim hakkı yemek. Genç öğrencilerin hakkını gasp etmekten çekinmemek. Gerçek yüzü bu bunların daha görmediyseniz gördünüz artık! Meydanlarda yalan söylemeye devam ediyorlar, evet deyin diye, yalanlarında boğulacaklar bir gün!!

Önceden de vardı dedğim gibi mesela KPSS puanı olmayanları çeşitli belgeler vererek öğretmen olarak atamak gibi. Bir sürü uygulama var böyle. Olan sizin gibi garibanlara oluyor. Onların yalakası veya onların kucağına oturanlardan olsaydın bunlar başına gelir miydi sanıyorsun. Ama içine sindiremezdin o kadar insanın hakkına tecaviz etmeye, sanmıyorum. Bazıları sindirebiliyor işte midesiz olmasız insan.

Tunceli’de Van’da neler olduğunu sınavlarda artık ayyuka çıkmış durumda. Ama çeşitli siyasi rantlar uğrunu bunlara göz yumuluyor. Senin hakkına tecavüz edilmesi onların umrunda bile değil. Cebini doldurma peşinde hepsi. Zamanında polislik sınav sorularını da dağıttılar bunlar. Kavga döğüş iptal edildi sınav sonra ne oldu bilinmiyor. Bunlar din deyip arkadan her türlü adaletsizliği döndürenler. Şeref konusunda ciddi sıkıntıları var. Bu ülkeye düşman göbekten! Güneydoğu’da OSYM sınavlarında çekilen toplu kopyanın (OSS Dahil) haddi hesabı yok ama bazıları görmezden gelmeyi yeğliyor nedense hala!

Burada görev hepimize düşüyor aslında ama en çokta bu sınava giripte hakkı yenilen insanlara düşüyor. Yoksa hayat boyu aşağılanmaya, ezilmeye mahkum kalacaksınız bu gidişle ses çıkarmadıkça. Bundan sonra da anlaşılmıştır sanırım bu başımızdaki kirli zihniyet olduğu sürece bu ülkede yolsuzluk ve haksız işlerin önünü alınamyacağını. Şu referandumdan evet çıksın o zaman siz görün artık açıktan alırlar, sen sen gel sen gelme diyecekler. Olamaz mı olunca görürsün, artık ben her şeyi bekliyorum bu adamlardan. Boşuna çalışmanıza gerek kalmayacak işte, baştan kaybedeceksin ne güzel!

Şimdiden bir cemmaate kaydınızı yaptırın belki size de ekmek düşer böylece. Yeni düzen bu. Hak edene değil, en çok yalayana ekmek var bu ülkede.! Herkesin hakkını bu dünyada bir şekilde alması dileğiyle. Öbür tarafta zaten alacaksın, yatacak yerleri yok onların! Bunlar da linkler. Al bak bakalım sonuçlara yıl yıl bir tana daha. Yazık! Bunun gibi dolaşan bir çok sonuç var daha. Toplu kopyaya göz yumacaklar mı bakalım hala!

2007-2010 Sınav Sonuçları (Sırasıyla Yorum Sizin)



Bir başkası


Bu kaçıncı bilmiyorum ama bence son da olmayacak. Allah sabır versin bu sıbavlara girip çıkan arkadaşlara. Deli olur insan bu kadar adaletsizliği görünce.

kpss 2010

Sabah Erken Düşmek Yola

Temmuz 29, 2010

Sabah Erken Düşmek Yola

En güzeli sabah erken yola koyulmaktır
Daha varoşlar uyanmamışken
çiğ yapraklardan kalkmamışken henüz
en hafif çıtırtı duyulur o zaman
Geri dönmeyecek gün gibi rüzgar
serinliğini otların arasına yığar
Tarifsiz bir kıpırtıya sığar yürek
her an bir ses duyacakmış gibi
pür dikkat kesilir her hücre
geçen her anın tadı damakta fütursuz
Geri dönmeyecek olduğunu bilerek
içine düşen kor yakar belleği

En güzeli sabah erken yola koyulmaktır
Uyuyan ırmağın yatağından çıkarak
daha kuşlar kanatlarını temizlerken
günün ilk saatine yoldaş olmaktır
Evlerin önüne serilen patika yol
bahçesinde elma ağaçları yeşil kırmızı
Yaz sonrası sere serpe yatan tarla
Göğsünde vahşi atların dörtnal
geçip gidişini saklayan ovada
yeniden boy veren pıtrak
gözlerini selamlayan karşılayıcı

En tatlı düş sabaha yakın yoklar uykuda
Alışkanlıklardan vazgeçebilmekle başlar oysa
en güzele kavuşturacak serüven
Özgürlük kopabilmektir rutin demden
En yaşanası aşk uzun yolda kavrulmaktır
en güzeli sabah erken yola koyulmaktır

 
Babür Pınar

ZEYTİNİN TERİ…

Temmuz 22, 2010
ZEYTİNİN TERİ

Arabamız su kaynatmasa durmayacaktık, o sıcak yaz günü Balıkesir’in

Savaştepe ilçesinde. Yola çıkmadan önce arabaya bakım yaptırmış, hararet

sorunu olduğunu söylememe rağmen arıza bulamamışlardı. Dağda su

kaynattıktan sonra motorun soğumasını bekleyip ancak Savaştepe’ye

kadar gidebilmiştik.

Birlikte yolculuk ettiğim eşim ve kızımın da canı sıkkındı. Günlerden

pazardı ve her yer tatildi. Sanayi sitesinde arabaya baktıracak

birilerini aradık, bulamadık. Can sıkıntısı ve çaresizlik içinde

söylenirken tamirci aradığımızı duyan birileri aracılığıyla tanıştık

Hüseyin amcayla.

Elinde küçük bir alet çantası vardı.. Yardımcı olmak istediğini

söyledi.

Motora yaklaştı, sesini dinledi. Kontağı kapatıp tekrar açtı. Hiçbir yere

dokunmadan uzun uzun motoru ve çalışmasını izledi. “motorun soğutma

sisteminde sorun görmediğinden” söz etti. Bir süre daha bakındı. Sonra
“buldum galiba” diye haykırdı.

“Her şey normal görünüyor ve su kaynatıyor ise araba su eksiltiyor

demektir. Muhtemelen kalorifer peteği delinmiş, su kaçırıyordur. O

takdirde döşemelerin ıslak olmalı” dedi. Gerçekten de onca uzmanın

çalıştığı servisin bulamadığı sorunu kısa sürede görmüştü.

Arabanın kalorifer sistemi su kaçırıyor eksilen soğutma suyu yüzünden

araba hararet yapıyordu. Kalorifer sistemini devre dışı bırakıp geçici

bile olsa su kaçağını önleyip sorunu çözdü, Hüseyin amca.

Teşekkür edip borcumu sordum. Arabanın camındaki tıp armasını

gösterdi;

– Doktor musun?

– Evet.

– Bizim hanımın yıllardır geçmeyen ağrıları var. Gelip bakarsan

ödeşiriz. Ben de hanıma doktor götürmüş, gönlünü almış olurum. Hem de

çayımızı içer soluklanırsınız.

Hep beraber, Hüseyin amcanın evine gittik. Tek katlı bahçeli şirin bir evdi.

Hanımının şikayetlerini dinleyip, muayene ettim. Çoğu yaşlılığa ve

menopoza bağlı yakınmaları için tavsiyelerde bulunup iki de ilaç yazdım.

Kadıncağızın yüzü güldü. Teşekkür etti. Çay hazırlamak için izin istedi.

Bu arada ilkokul çağındaki kızım boş durmuyor odaları karıştırıyordu. Bir

şey kırıp dökmesin diye yanına gittiğimde evin bir odasının

duvarlarının kitapla dolu olduğunu gördüm. Şaşkınlığım daha da

artmıştı.

Muhabbet ilerleyince, tamirci sandığım Hüseyin amcanın gerçekte emekli

ilkokul öğretmeni olduğunu 39 yıl devlet hizmetinde Ege’nin köylerinde

çalışıp emekli olduktan sonra Savaştepe’ye yerleştiğini anlattı.

Çocuklarının okuyup büyük şehre gittiğini burada hanımıyla baş başa

yaşadığından dem vurdu.

– Neden buraya yerleştin?

– Ben okumayı, yazmayı, hayatı burada öğrendim. Sizler bilmezsiniz,

unutuldu gitti. Ben Savaştepe köy enstitüsünün ilk mezunlarındanım. Hasan

Ali Yücel maarif vekili iken ilk köy enstitüsü burada açıldı. Burada

öğrendim ben hayatı, bir şeyler öğretmenin nasıl mutluluk

verdiğini.

Ayrılamadım buralardan.

– Peki bu tamircilik işi nereden çıktı?

– Dedim ya, bilmezsiniz sizler, köy enstitüsü mezunu olmanın ne demek

olduğunu. O zamanın okulları sanırsınız. Halbuki orada bu toprağın

çocuklarına okuma yazmanın yanı sıra çiftçiliği, hayvancılığı, inşaat

yapmayı, yemek yapmayı, bozulanları tamir etmeyi, örgü örmeyi hatta az

buçuk hekimlik yapmayı bile öğrettiler. Hayatı öğrendik ve öğretmen olup

hayatı öğrettik çocuklara.

– Yani elinizden çok iş geliyor.

– Köy enstitülerinde bilmeyi, öğrenmeyi, düşünmeyi soru sormayı, aklını

kullanmayı öğretiyorlardı. Zaten bu yüzden yaşatmadılar ya…

Bu arada çaylar geldi. Çayın yanında ekmek peynir ve zeytinden oluşan

kahvaltı da hazırlamıştı Hüseyin amcanın hanımı. Emekli olduktan sonra

zeytinciliğe başladığını sofradaki zeytinin de kendi ürünleri olduğundan

söz etti.

– Zeytinin hikmetini bilir misin? Meyveleri ile karnımızı doyurmuş, yağını

çıkarmışsız. Kandillerde yakıp aydınlanmışız, odunu ile

ısınmışız.

Giderek ona benzemişiz.

– Nasıl yani?

– İnsan da doğanın meyvesi değil mi?

Sofradaki zeytin çanağından aldığı zeytini ışığa doğru tutup;

– Doğup büyüdüğünde zeytin tanesi gibi acı, yeşil bir meyve insan.

Çoğunu sıkıp yağını çıkarıp posasını da sabun yapıyoruz. Yani heba olup

gidiyor. Bir kısmını sofralık ayırıyor selede tuza yatırıp acı suyunu

atmasını buruşup bu hale gelmesini sağlıyoruz. Veya salamura yapıp

olduğundan daha şişkin gösterişli hale getiriyoruz. İnsanlara da

böyle yapmıyor muyuz? Okullarda okutup okutup hayata hazırladığımızı

sanıyor ya şişiriyor ya da buruşturup atıyoruz insanları.

“Sizin köy enstitülerinde yaptığınız da böyle bir şey değil miydi” diye

soracak oldum. Hanımına baktı gülüştüler.

– Hurma zeytini bilir misin?

– Bilmem. Hiç duymadım.

– Egenin bazı yerlerinde olur. Ağaç aynı ağaçtır ama her yıl kasım ayı

sonu gibi denizden karaya esen rüzgar ile zeytin ağaçlarına bir mantar

bulaşır. Bu mantar zeytinin terini giderir, acısını dalında alır.

Dalında olgunlaşır zeytinler. Toplandığında yemeğe hazırdır

anlayacağın.

– Eeee.

– Köy enstitüleri de böyleydi. Dalında olgunlaşan zeytinler gibi

insanları oldukları yerde yetiştirmeye, onların bilgilerini de diğer

insanlara bulaştırmayı amaçlamıştı. Doğup büyüdüğü ortamda

olgunlaştırıyorlardı , insanı. Hayata hazırlıyorlardı.

Sustuğumu görünce, Hanımından, boşalan bardakları doldurmasını rica etti.

“işte bu yüzden, öğrendiklerimin zekatını vermek, zeytinin terini

hatırlatmak için buradayım, doktorcuğum, unutulsun istemiyorum” dedi.

Kitaplığından çıkardığı iki kitabı kızıma hediye etti. Vedalaştık.

Arkamızdan bir tas su döküp, uğurladılar..

Dr. Mehmet Uhri

Not: Bu yazı, emekli öğretmen Hüseyin Kocakülah ve köy enstitülerine emek

verenlerin anısına ithaf olunmuştur.

DUTLUK İLKÖĞRETİM OKULU YARDIMLARIMIZI BEKLİYOR !!!!!

Mayıs 12, 2010

Merhaba,
Adım Çiğdem İNCEDAL. Sizlere Şanlıurfa’nın Bozova ilçesine bağlı Dutluk Köyünden sesleniyorum. Dutluk İlköğretim Okulunda müdür vekili köy öğretmeniyim.Okulumuz 4 derslikli, anasınıfı ve ilköğretim birinci kademe öğrencilerinden oluşup toplam mevcud 152 dir.
Okulum ve öğrencilerim için yürek burkan çok şey söylenebilir aslında.Söze nasıl başlanır bilemiyorum.Neredeyse üç yıldır bu okulda görev yapıyorum. Burası ilk görev yerim. Ben şehirde doğup büyüdüm. Hayalimdeki köy profili kitaplarda anlatılan, içinde şırıl şırıl derenin akıp gittiği, yemyeşil mis gibi kokan, sabahları horoz sesiyle uyandığımız,kuş seslerinin eksik olmadığı bir köydü.Ta ki atamam olup bu köyde göreve başlayana kadar. Öyle ki burası hiç de hayallerime uyan bir yer değildi. Ama zamanla alıştım.Tabi ki kötü şartları iyileştirme çabasını bırakmadan…
Okulumda bu yıl müdür vekilliği yapmaya başladım. Öğretmen arkadaşlarımla öğrencilerimizin ve köyümüzün kaderini değiştirmek istiyorum. Böyle gelmiş böyle gider diye düşünmek bize göre değil. Pırıl pırıl parıldayan gözleriyle masumluğun ifadesi sevimli öğrencilerimizin daha iyi şartlarda eğitim-öğretim görmeleri en büyük hakları diye düşünüyorum.Köy çocuğu olanlar bilir.Onlar genelde (istisnalar hariç) dünyaya 1-0 yenik olarak geliyorlar.Çünkü maddi imkansızlıklar,kalabalık aile,tarlada çalışmaya mecbur bırakılmak ,kitapsız büyümek,yırtık pırtık yamalı önlüklerle, yırtık ayakkabısından küçücük parmakları fırlamış olarak okula gelmek (yırtık da olsa ayakkabısının olması lüks),kalemi varsa silgisi olmadan yazmaya çalışmak …Ama tüm bu olumsuzluklara rağmen inatla,yılmadan okumak;büyüyünce öğretmen,doktor,avukat olmak isteyişlerini görmek beni oldukça sevindiriyor.Bu hayattan kurtulmak için başka çareleri yok belki de.
Onların çocukluğunu süsleyen süslü püslü oyuncakları yok. En güzel oyuncakları taş,misket,çam kozalağı,ve şişe kapaklarından ibaret.Bu durumu yakından gözlemleyen biri olarak bu yoksunluğu ortadan kaldırmak istiyorum.Umarım sesimizi duyan olur.
Okulumuz prefabrik yapıda ve 1968 yılında yapılmış. Şuan oldukça harabe durumda. Binanın duvarları beton yerine tahta blok ve levhalardan yapılmış ve alenen sıvanmış.Bu yüzden küçük bir sarsıntı bile yıkabilir diye korkuyoruz.Levhalardan oluşan tavan araları açıldığı için boşluklardan her türlü böcek,örümcek bazen akrep bile çıkabiliyor. Pencerelerin çerçeveleri oldukça eski olduğundan camcılar bile kırık camları değiştirmekte gönülsüz davranıyorlar. Kışın yağışlı günlerde pencerelerden su giriyor. Kapılar eski tip olduğu için kapı kolları sürekli tamir istiyor. Sınıflarda baca girişi yok ve soba borusunu pencere camından çıkarıyoruz.
Yeni okul yapılması için yetkililerle görüştüm ama ödenek olmadığı için yardımcı olmadılar. Yeni okulumuz olamıyorsa en azından tadilat yapılsın istiyoruz. Ama tek başına yetemiyoruz. Durumdan anlaşılacağı gibi, okulumuzun acil olarak tadilata ihtiyacı vardır.Siz hayırseverlerden yardımlarınızı bekliyoruz.

İhtiyaç Listemiz
Okul iç duvar boyası, Çimento
Sınıflar için perde, sıralar için örtü
Her türlü giyecek ve ayakkabı
Kırtasiye malzemesi
İlköğretim 1.-5. sınıf düzeyinde hikaye kitapları(100 temel eser, masal kitapları –kullanılmış da olabilir) Boyama kitapları
Soru bankaları
Boya kalemleri
Anasınıfı için oyuncak ,lego, puzzle, kukla,eğitici materyal
Yeni dönem için önlük
Kitaplık
Ses sistemi
Yardımın büyüğü küçüğü olmaz. Her türlü yardıma açığız. Şimdiden teşekkürler.

İletişim : Dutluk İlköğretim Okulu/Dutluk Köyü / Bozova/Şanlıurfa
Okul Tel : 0414 7261213

Yalnız adam….

Mayıs 10, 2010

Yalnız adam

Bir başına, ilerliyor,

İçinde yılların özlemi,

Gözünde birkaç damla yaş,

Sadece biraz sabırdı istediği …

Kolay değil di, bunca yıldan sonra

Mutluluğu bulmak…

Bulduğuna inanabilmek…

Etrafında dost bildikleri

sevdim deyip aldatanları

çok görmüştü…

inandırabilsey di, sevdiği sevdiğine

şefkatle sarıp sarmalayabilsey di…

aradığı aşk değil di, çok yaşamıştı,

sadece şefkatle , başını yaslayabileceği

saçlarını okşayabileceği

sevgiy di..aradığı….

sıcacık içten bir gülümsemeyi

gülen gözleri, öyle özlemişti ki…

önünde uzun bir yol vardı,

başını kaldırdı, gözyaşlarını sildi..

bulacaktı, böyle bir sevgiyi..

Biz KADINLARI hiç sevmedik!

Mayıs 10, 2010

Biz KADINLARI hiç sevmedik! 

Saçlarını sevdik hele bir de sarışınsa daha çok sevdik… 

Ağızlarını sevdik hele bir de şehvetli ve dolgun ise daha çok sevdik… 

Göğüslerini sevdik… 

Bacaklarını sevdik hele bir de sütun gibiyse bayıldık… 

Kalçalarını sevdik… 

Gerçekten güzel vücutlu ve “çıtırsa” daha çok sevdik… 

Yolda, arabada, televizyonda, internette onlara hep “baktık”… 

Her yerlerine iyice ve dikkatle! Baktık… 

Pekiyi görememiş olacağız ki bir daha baktık… 

Bir daha ve bir daha… 

Kadınların her yerlerine baktık ama

GÖZLERİNE ya hiç bakmadık ya da baktığımızda çok GEÇ olmuştu… 

Biz kadınlara çok dokunduk! Onlar istese de istemese de dokunduk… 

Son yıllarda dini motiflerden güç bulanlarımız oldu.. 

Eh yozlaşan toplum ve geç gelen adalet olunca da 

13–14 yaşındaki ÇOCUKLARA bile dokunmaya başladık! 

SAPIK damgası yemeyi göze alanlar bile şaşırdı çünkü 

SAPIK diye haykıran ne kadar azdı!

Kimimiz “araştırmacı” oldu icraata geçemedi! Onlar CD ve DVD ler ile idare etti! 

Hatta SAPIKLARA tepki bile gösterdi… 

Ya onlar ne yaptı? 

Gerçek dünyada namuslu olanlar sanal dünyada bu çocukları aradı… 

Aradı… ve hep buldu! 

Kadınlara “dokunmada” dünya sıralamasında üst yerlere geldik…

2009 itibariyle rakamlar oldukça “umut verici”. 

% 40 ını SÜREKLİ DÖVDÜK… 

%45 ine DUYGUSAL ŞİDDET uyguladık (küfür, hakaret, küçük düşürme)… 

%16 sına ZORLA SAHİP OLDUK… 

ve olmaya devam ediyoruz… 

Tüm bunlara maruz kalan HER 3 kadından biri İNTİHARA kalkıştı ama biz hiç oralı olmadık… (Bize ne değil mi? Fener ya da CimBom maç kaybedince çok üzüldük ama kadınlar söz konusu olunca pek oralı olmadık.) 

% 9 una daha MASUM BİRER ÇOCUKKEN bile dokunduk… 

Ama hep SUSTULAR… çünkü konuşsalar kimse inanmazdı… 

“Kim bilir neler yaptın ki sana tacizde ya da tecavüzde bulundu AMCAN ya da KOMŞUN, bu da sana DERS olsun!”…

Ama bu DERS o kadar acıdır ki biz ERKEKLER bilemeyiz… 

Bizlere sorduklarında %25 imiz “bazı durumlarda KADIN DÖVÜLÜR” demeyi doğal bir şey gibi dile getirdik… 

İSLAMİ ÖĞRETİ yalanları ile KADINLARI ve KIZLARI bizlerin KÖLESİ yapmaya başladık ve bu çabalar sonuçlarını vermeye başladı… 

Artık kadınlar o bildiğiniz kadınlar değil!

% 51 i erkekler ile tartışmayı bile “saygısızlık” sanıyor artık…

% 36 sı kendisi para kazansa bile parasını nasıl harcayacağına karar veremeyeceğine inanmış… ya da inanmak zorunda kalmış…

% 52 si “erkek kadından sorumludur” diyecek kadar kadınlığını unutmuş… 

Ya da unutturulmuş…

% 49 u “erkek ne zaman isterse bana sahip olabilir benim itiraz hakkım olamaz” diyecek konuma gelmiş,

Ya da getirilmiş… 

Kabul edelim biz kadınları KULLANMAYI çok sevdik…

Evde, işte, siyasette, okulda kısacası her yerde… Parti kongrelerinde sözde liderler konuşurken arka fonda 3-4 kadın vardı hep… Onlardan VİTRİN yaptık… İMAJ yaptık..

Başörtülü, normal türbanlı, modern türbanlı ve türbansız… Parti çalışmalarında kapı kapı dolaşanlar hep KADINLARDI… koşturan ve çabalayan hep KADINLARDI…

Miting olduğu zaman onları ön sıralara toplayıp KARANFİLLER attık üzerlerine ve iki lafın birinde anam, bacım edebiyatı yaptık… ama “ANANI DA AL GİT” demek bize daha çok yakıştı!

“Cennet anaların ayakları altında” diye diye büyütüldük…

Ama ANALARI hep ayaklarımız altında ÇİĞNEDİK… EZDİK… TEPİKLEDİK… 14 Şubat Sevgililer Günü ya da Anneler Günü nde bir kaç saat ara verdik! 

Ama sonra yine ezmeye devam ettik…

İş verirken bile onları hep düşündük! 

İş yerinde gözümüz gönlümüz açılsın ya da malum niyetler ile BAYAN ELEMAN ARANIYOR ilanı vermeyi çok sevdik…

2009 Türkiyesinde KADIN olmanın ne kadar zor olduğunu biz erkekler bilemeyiz… 

Çünkü artık KONUŞMUYORLAR… KONUŞAMIYORLAR… KONUŞTURULMUYORLAR…

islam dinini sömüren ve kullanan KARANLIK ZİHNİYET kendi kadınlarını yetiştiriyor… susan, itaat eden ve kaybolmuş kadınlar… kızlar… hatta çocuklar..

Arada VİZYON ya da İMAJ için ortaya “sürülen” kadınlara bakmayın siz… onlar da biliyor “kullanıldıklarını” ama artık düzen kurulmuş… 

Bu ülkenin kurucusu ATATÜRK 1930 lu yıllarda Türk kadınına dünyadaki birçok çağdaş ülkeden önceden hak ettiği HAKLARI verdiğinde umutlanmıştık. Çünkü o ATATÜRK’TÜ… 

Kurtuluş Savaşında bebeğinin kundağında mermi taşıyan anayı ya da cephede erkeği ile göğüs göğüse savaşan bacısını unutmadı… İhanet etmedi… 

Ama BİZ ihanet ettik! Türkiye Nereye Gidiyor? diye soruyor herkes birbirine… 

Cevap ne kadar da açık değil mi?

Türkiye hızla ve şevkle KARANLIĞA gidiyor… Hatta KOŞUYOR… 

Çünkü YARATILMIŞLARIN YARISI olan KADIN YOK OLUYOR! 

Benim anam, bacım, sevgilim, kızım YOK OLUYOR. 

Kadını YOK OLAN ülkenin gideceği yol bellidir…

KARANLIK ve ONURSUZ bir gelecek… Bu işi PLANLI yürütenler İSLAMİ motifler ya da örnekler ile KADININ İKİNCİ SINIF KONUMA gelmesini doğal karşılamamızı bekliyorlar. ..

Bu işe KURANI KERİMİ ortak koşmaları ne acı…

Mesela miras hukuku… erkek çocuğa 2 pay… kız çocuğa 1 pay…

Ya da kadının erkeğe İTAAT etmesini empoze eden garip ayet ya da sureler…

Belli ki burada büyük bir istismar var…

Çünkü tüm alemi yaratan ALLAH’ın kendi yarattığını aşağılaması söz konusu bile olamaz…

Kuran’ı kendi amaçları için yorumlayanlar KADINI ikinci plana atmayı çok seviyor olabilir ama Biz hiç sevmedik…

Şunu o kalın kafanıza sokun….

KADIN=ERKEK… 

ERKEK=KADIN dır… 

Bazı konularda kadın bazı konularda erkek ÜSTÜN olabilir… 

Ama tüm bu zayıf ve üstün yönleri bir arada düşündüğünüzde tek bir gerçek var; 

KADIN=ERKEK.  

ERKEK=KADIN.  

Bu GERÇEĞİ kabul etmemek bize her zaman kaybettirecek ve kaybettiriyor… 

8 MART KADINLAR GÜNÜYMÜŞ ! KADINI olmayan ülkenin Kadınlar Günü olmaz… Kutlanmaz. Burada yazılanlar size ters geldi ise vah benim ülkeme… 

Çünkü “sizler” sayesinde sonumuz gelecek. 

KADIN benim diğer yarım ve benim diğer yarımdan vaz geçmeye niyetim yok… 

Türkiye Ne zaman kurtulur?

 Ülkenin üniter, ulus ve LAİK devlet yapısına inanan ve SAHİP çıkan 550 milletvekilinin YARISI ÇAĞDAŞ TÜRK kadını olduğu zaman bu ülke KURTULUR. Yani 550 vekilin yarısının KADIN olmasını isteyen MİLLİ İRADE..

Seçmen… oy kullanan… sen ve ben. Buna karşı çıkanlar o KALIN KAFALARINA soksunlar bu gerçeği. 

Türk Kadını benim diğer yarımdır ve ben TAM olmak istiyorum… 

Çünkü onlara İHANET EDEMEM…

Tüm bunlara yürekten inanmıyorsanız lütfen “sözde” sevdiğim kadın dediğiniz kadına “SENİ SEVİYORUM” demeyin… 

Çünkü çok komik ve acınası oluyorsunuz. … 

LÜTFEN artık kadınların GÖZLERİNE ve BEYİNLERİNE bakmaya başlayın… 

Türk Kadını ve erkeğinin daha aydınlık günlerde yaşaması dileklerim ile arz ederim.

Dr. Eray AYBAR